NOTLAR / Rengin peşindeki mimarlık
Mimarlığın renkle ilişkisi tarih boyunca, simgesel, biçimsel ve işlevsel anlamlar taşıdı. Hiyerarşik bir kimlik oluşturmak, ölçeği vurgulamak, bazen de fonksiyonları ayırmak rengin misyonu oldu. Günümüzde biçim, mekan ve ışıkla birlikte yapının en önemli bileşenlerini oluşturan rengin çağdaş mimarideki yerini renk tasarımcılarının araştırmaları belirliyor.
Yazar : Sibel Ertez Ural
Mimarlık, çağların ve coğrafyaların gerek ve gerçeklerine göre ömrünü sürdürürken, bazı kavramlar zaman zaman önem, ağırlık kazanmış, zaman zaman geri plana atılmıştır. Renk de buna bağlı olarak farklı dönemlerde farklı anlayışlarla değerlendirilmiştir. Geçmişten bugüne mimarlıktaki renk olgusunun simgesel, biçimsel ve işlevsel olarak ele alındığı söylenebilir. Ancak bu yaklaşımlar çoğu zaman birbirinin içinde erir. İnsan veya toplum için her biçimin içerdiği bir anlam vardır. Biçimsel özelliklerin değişmesi görünüşün yanında anlamın da değişmesine neden olabilir. Renkleri alışılmışın dışında olan nesneler değerleri, yararları, kimlikleri, aidiyetleri ve giderek işlevleri hakkında şüphe yaratabilirler. İlkel insan renge büyülü anlamlar yüklemişti. Barınağı, doğal çevre koşullarından korunması içinken, renkli imgeler de en az doğal olanlar kadar gerçek kabul ettiği tinsel güçlerle ilişkilerini düzenlemek içindi. İlk uygarlıklarda çok güçlü olan renk simgeciliğinin -bugüne kadar ulaşamamış olsa da- mimari yapılarda da kendini gösterdiği biliniyor. Mezopotamya'da gezegenler, Mısır'da ise tanrılar sistemi ile özdeşleştirilen parlak ve güçlü renkler, çok pahalıya mal olmalarına rağmen mimaride yoğun olarak uygulanıyordu. Renk simgeciliği doğaya benzetmelere dayalıdır: Kırmızı, ateş gibi kıpırtılı ve sıcak, mavi, denizler gibi dingin ve serindir. Benzetmeler üst üste gelip, renkler soyut kavramlarla birleştirildiğinde kültürel farklar da belirmeye başlar: Güneşin kraliyetle ilişkilendirildiği Çin Hanedanlığı'nda asaletin, egemenliğin ve giderek tanrısallığın rengi -güneşin rengi olan- sarıydı ve halktan biri sarı rengi asla kullanamazdı. Çağdaş mimari tasarımdaki renk simgeciliği de böyle bir geleneğin uzantısı veya yansımasıdır. Çıkış öyküsü anlamını yitirmiş, hatta unutulmuş olsa da, rengin taşıdığı simgesel değer toplum tarafından sezilip, hissedilebilir.
SİMGESEL, BİÇİMSEL VE İŞLEVSEL KULLANIMIYLA RENK
İstenilen atmosferi yaratmada, kavramları vurgulamada, kimlik oluşturmada, yerel ve dönemsel göndermelerde renklerin taşıdıkları anlamlardan ve çağrıştırdıklarından yararlanmak, rengin simgesel bir yaklaşımla uygulanmasıdır. Renkten biçimsel anlamda yararlanmanın özünde ise görsel algıya ilişkin olgular vardır. Renk kombinasyonlarının uyumları, bitişik renklerin birbirlerinin görünümlerini etkilemeleri, optik yanılsamalar renk görme kuramlarıyla açıklanır.Mimarlıkta rengin biçim ve kompozisyon adına tasarıma katılması ise ilk olarak Antik Yunan'da karşımıza çıkar. Yapılar, algıda üçüncü boyutu desteklemek üzere baştan ayağa renklidir. Heykellerin de kozmetik bir biçimde renklendirilmiş olduğu bilinir. Zamanla renklerini kaybetmiş bu eserler, klasik anlayışın, akılcılığın, özgür düşüncenin ve giderek demokrasinin simgesi olarak kabul edilir. Bu noktada aklımızdan, ''Acaba bu yapıların bembeyaz olduğu yanılgısına düşülmeseydi ...'' diye başlayan bir dizi düşünce de geçebilir şüphesiz. Biçimsel yaklaşımda renk, biçimin algılandığı bütünün etkisi içinde varolurken; oranları kurmak, dengeyi ayarlamak, ölçeği belirtmek, bütünü parçalamak, parçayı bütün içinde gizlemek, birleştirmek, çeşitlemek, benzerliğin sadeliğini veya zıtlığın zenginliğini vurgulamak, görsel niteliklerle oynamak ve üç boyutlu hileler yaratmakta başvurulan bir araçtır. Rengin, mimari tasarımda bu yönüyle tekrar keşfedilmesi için 20. yüzyılı beklemek gerekti. Bu dönemde renk, -Rönesans'ta filizlenen bilimsel arayışın devamında- ışığın doğası, nesnenin renge neden olan özellikleri, göz ve beynin renk duyumunu sağlarkenki davranışları ve tüm bunların biçim ve kompozisyon algısına etkileri çerçevesinde irdelendi. Günümüzün renk tasarımcıları da bu yolu döşeyen bilim insanlarının takipçileri oldu.
Rasyonalistler, işlevsel kabul edilen bir anlayışla, çeşitlenen malzemenin farklı renk olanaklarından farklı işlevleri olan yapı elemanlarını bütün içinde ayrıştırmak üzere yararlandılar. Bu, yapısal bir renk kodlamasıydı. Modern mimarlığın ustaları ise, biçimsel ve mekânsal dilin okunabilmesinde rengi, neredeyse noktalama işaretleri gibi kullandılar. Ne yazık ki, mimarlık tarihi o noktaya kadar hep siyah-beyazdı. 1960'ların başkaldırısında ise bayrak renk oldu. Bu tepkisel ilginin körüklediği bilimsel araştırmalar mimarlığın da dikkatini çekti. Ancak uygulamaları daha çok iç mekânla sınırlı kaldı. 1980'lerde ise renk tasarımı, artık özel bir uzmanlık alanı haline geldi. Bugün bu uzmanlar, bir tasarım ekibine rehberlik ve danışmanlık yapmaktan öte, renge ilişkin hemen her alanda uğraş ve ürün veriyorlar: Kaybolmuş renklerin izini sürmekten, yeni renk eğilimlerini belirlemeye, boya kimyasıyla uğraşmaktan, kentlerin rengini araştırmaya, eğitimden, sanata... Çalışmaların kimi kentsel mekânlarda kimlik yaratmaya yönelik, kimi arşiv oluşturmaya, kimi optik yanılsamalar üzerine, kimi de yalnızca renkten zevk almaya.
|
YORUM OKU/YAZ
OKUNMA 620<>p
Paylaş (2,6) 1 2 3 4 5 TOPLAM (106) OY KULLANILMIŞ. OY KULLANDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ